Pages

15 Ekim 2011 Cumartesi

BİRKAÇ GÜN İÇİNDE 50 YIL YAŞLANDI


Bir hafta sonra aynaya baktığınızda yaşlanmış bir insan görseniz ne yapardınız?

İşte bu olay Vİetnam'da yaşandı.

İngiliz Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, şu anda 70'in üzerinde görünen 26 yaşındaki Vietnamlı Nguyen Thi Phuong, bir deniz ürününe gösterdiği alerjik reaksiyondan sonra hızla yaşlandı.

2008 yılında Phuong 23 yaşındayken meydana gelen olayda, genç kadının tüm yüzü ve vücudu birkaç gün içinde kırışık ve sarkıklarla doldu.

2006 yılında 21 yaşındayken çekilen düğün fotoğraflarını gösteren Phuong, deniz ürünlerine uzun zamandır alerjisi bulunduğunu ve 2008 yılında bilhassa kötü bir reaksiyondan muzdarip olduğunu söyledi.

Söz konusu reaksiyon sırasında vücudunun her yerinin kaşındığını, uykuda bile kaşındığını belirten Phuong, yoksul olduklarından hastaneye gitmek yerine eczaneden bazı ilaçlar aldığını, ilaçları aldıktan bir ay sonra daha az kaşındığını, daha sonra geleneksel bir ilaca geçtiğini, kaşıntısının tamamen geçtiğini, ancak derisinin birkaç gün içinde kırışmaya ve sarkmaya başladığını söyledi.

Phuong, bunun üzerine kırışma ve sarkmayı tedavi etmek için başka bir geleneksel ilaç aldığını, ancak bunun işe yaramadığını, 2009'da bu ilacı almayı bıraktığını belirtti.

Çift, 2010 yılında güneydeki Bu Dop bölgesine göçerek, burada küçük ahşap bir ev kiraladı. Tuyen, marangozluğa devam ederken, Phuong bir fabrikada çalışıyor.

Ben Tre bölgesindeki Nguyen Dinh Chieu hastanesinin doktorları, 2 Ekim'de yaptıkları açıklamada, Phuong'un vakasını ücretsiz inceleyeceklerini, hastalığı teşhis edemezlerse kadını HCMC Dermotoloji Hastanesi'ne göndereceklerini bildirmişti.

Phuong'un vakasıyla ilgili olarak yerel basında çıkan haberler üzerine bazı doktorlar, bu duruma lipodistrofinin (vücudun üst tarafındaki yağın erimesi) ya da çok fazla steroit alımının yan etkilerinin yol açmış olabileceğini savunuyor.

Lipodistrofi, dünyada 7 milyar insandan sadece 2 bininde görülen bir hastalık.

23 Ağustos 2011 Salı

UYUYAN GÜZEL HASTALIĞI


İstanbul’da, derin uykuya dalan 33 yaşındaki Bade Dikmen beynindeki su midesine taşınarak uyandırıldı. Genç kadın “Ertesi gün uyandım sanıyordum, 22 gün geçmiş” dedi.

11 Mayıs 2011 akşamı şiddetli bir baş ağrısıydı nedeniyle erken yatan Bade Dikmen 3 Haziran günü uyandı.

12 Mayıs sabahı uyanamaması üzerine endişelenen ailesi doktora götürmek istedi fakat kalkamadığı için ambulans çağrıldı. Hastanede yapılan araştırmalar sonucu bütün veriler normal çıktı.Doktorların sorduğu sorulara yanıt veremeyip “uyumam lazım”dan başka bir şey söylemediği için “depresyon” teşhisi konuldu. Doktorlar ailesine “gayet sağlıklı birkaç gün içinde bir şeyi kalmaz” deyince eve döndüğünde rahat bir ortam sağlandı ve o uyumaya devam etti.

Ailesi birkaç gün uyanmasını bekledi. Ancak yemek için bile uyanamıyordu, yemeği ağzına götürürken uyuyakalıyordu. Hafızasında hiçbir şey tutamıyordu, bir uyurgezer gibi davranıyordu. Bir türlü uyanmayınca tekrar hastaneye kaldırıldı. Depresyon teşhisi yenilendi. “Bırakın uyusun rahatlar” yanıtıyla birlikte yatağına geri gönderildi. Tuvalette gitmek için bile uyanmakta zorlanıyordu, yemek masasında uyumayı sürdürüyordu. Ailesi bunun depresyon olmadığına artık inanmıştı. Üçüncü bir hastane arayışı başladı. 15 gündür hiç uyanmadan uyuyan kızları için endişeleri artmıştı.

Son olarak götürüldüğü hastanede o uyurken beyin MR’ı, EEG’si çekildi. Beyinde bir enfeksiyon olasılığına karşılık belinden su alındı. Ancak Bade Dikmen’in tüm bulguları normal görüldüğü için doktorlar arasında yoğun tartışmalar yaşanmaya başlandı. Nöroloji uzmanı Gülcan Sargın Kurt beyninde biriken suyun ameliyatla boşaltılması halinde uyanabileceğini söylerken beyin cerrahı Murat İnan suyun daha önceki MR’larda da aynı düzeyde olduğunu ve bu nedenle cerrahinin işe yaramayacağını iddia etti.

Hastanın bulguları ekip tarafından tekrar tekrar değerlendirilince beyninde su birikiminin cerrahi yöntemle boşaltılmasına karar verilmiş. Beyin cerrahı İnan tarafından deri altından kafatasının içine yerleştirilen şant ile beynindeki suyu midesine taşıyacak bir sistem kuruldu. Operasyondan bir saat sonra Bade Dikmen 22 gün süren uykusundan uyandı. Geride hiçbir şey hatırlamadan.

Tıp dilinde Kleine-Levin Sendromu olarak anılan bu hastalık bizlere pek çok şeyi tekrar düşündürmelidir.

Bizde bir sabah uyanamayabilir ve aynı hastalığa yakalanabiliriz.

Çok önemli bir konu da Dikmen'in uyandığında “Ertesi gün uyandım sanıyordum, 22 gün geçmiş” demesiydi. Kuran'da da benzer bir örnek verilerek bize zamanın göreceli olduğu anlatılır:

Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir.
(Kehf Suresi, 19)

26 Temmuz 2011 Salı

EFSANE FUTBOLCU MÜLLER HAFIZASINI KAYBETTİ



Gerd Müller, futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük golcülerinden biri... Birkaç gün önce antrenörlüğünü yaptığı takımla birlikte İtalya'daydı. Sabaha karşı kaldıkları otelden dışarı çıkan Müller'den bir daha haber alınamadı.

Bunun üzerine takım yetkilileri polise haber verdiler. Müller akşama doğru şehrin ana caddesinde yürürken bulundu. Ama hafızası kaybolmuş şekilde!

Peki kimdir Müller? Bu hafıza kaybı bize neyi hatırlatmalıdır?

Gerd Müller ünlü Bayern MÜnih takımının eski yıldızlarından. Bayern Münih formasıyla oynadığı 427 maçta 365, Alman Milli Takımı’nda 62 maçta 68 gol atarak tarihe geçti. Avrupa kupalarında attığı 62 gol ile Raul (66) ve Inzaghi (66)'nin hemen ardında. Hatta pek çok kişiye göre aslında gol sayısı 69 ve ilk sırada olması gerek.

1970 tarihinde düzenlenen dünya kupasında iki kere hat-trick yaparak yine bir rekor kırdı. Bunu Müller dışında başaran yalnızca iki isim vardır.

Diğer başarılarını kısaca yazacak polursak:
Avrupa Altın Ayakkabı Ödülü: 1970, 1972
Dünya Kupası Altın Ayakkabı Ödülü: 1970
Almanya'da Yılın Futbolcusu: 1967, 1969
Avrupa'da Yılın Futbolcusu: 1970
Şampiyon Kulüpler Kupası Gol Kralı: 1973, 1974, 1975, 1977
Almanya Ligi Gol Kralı: 1967, 1969, 1970, 1972, 1973, 1974, 1978
Avrupa Futbol Şampiyonası Gol Kralı: 1972

Tüm bu başarıların ardından antrenörlük yaparak futbol yaşamına devam eden Müller hafızasını kaybetti.

Müller için artık bu başarıların hiçbir anlamı yok. Bunları hatırlamıyor. Belki önceden övündüğü geçmişi artık onun zihninde yok.

En iyi mevkilere çıkmak, en büyük başarıları kazanmak vs. hepsi hafızamızda kalan bir bilgi. Hepsi bu kadar. Bir anda silinebilir ve tüm geçmişimiz bizim için yok olabilir.

Hafızası kaybolmuş yan yana oturan birkaç kişi düşünün, Bunlardan biri ABD başkanı, diğeri ünlü bir film yıldızı, biri çok meşhur bir şarkıcı, biri herhangi bir öğretmen, biri sıradan bir köylü olsa da, bu insanların açısından aralarında herhangi bir fark var mıdır?

Mal, mülk, mevki, makam, güzellik-yakışıklılık... Bunların hiçbir anlamı kalmaz.

Dünya mutlak bir mekan değil, bize izlettirilen algılar bütünüdür. Bize anın dışında birde geçmiş olduğuna inandığımız bazı bilgiler verilmiştir. Bu bilgilerin gerçek olup olmadığı test edilemez, öğrenilemez.

Yaşadığımız dünya ve tüm zaman dilimleri bize algılattırılan şeylerdir. Algılatma durduğu anda algılamamız imkansız olur.

3 Temmuz 2011 Pazar

İHMAL SENDROMU



Bir gün baktığımızda karşımızdaki duvarın sadece yarısını görseydik, resmin sadece yarısını fark etsek, kelimelerin sadece yarısını görsek nasıl bir dünya ile karşı karşıya kalacağımızı hiç düşündünüz mü? Ceketimizin sadece bir kolunu giysek, yüzümüzün sadece tek tarafını traş etsek yada tek tarafına makyaj yapsak; bir korku filmini anımsatan bu örnekler aslında her an karşı karşıya olduğumuz, bir adım önünüzdeki bir tehlike ...

İnsan beyni iki ayrı yarım küreden oluşmaktadır. Her iki yarım küre vücudumuzun iki yarısından gelen bilgi ve uyarıları değerlendirmektedir. Beynimiz iki farklı yönden gelen uyarıları birleştirmekte ve tek bir algı haline getirmektedir. Bu sayede kesintisiz bir görüntü görürüz ya da vücudumuzu tek parça olarak hissederiz. Beynin bu mükemmel çalışması kimi zaman sekteye uğrar, bu durumda hayatımızın yarısını neglect (ihmal) etmeye başlarız. Bu rahatsızlığa da neglect (ihmal) sendromu adı verilen beyin rahatsızlığı adı verilir.

İhmal sendromu beynin sağ yarımküresinde oluşan hasarın sonucunda ortaya çıkmaktadır. Özellikle temporal ve parietal lobların birleşme alanlarında oluşan hasarlar neglect sendtromu ile sonuçlanır. Bu hasar beyne zarar verecek ağır bir kaza ya da bir inme sonrasında oluşabilir.

Beynimizin sağ yarımküresinin hasar görmesi sonucunda vücudumuzun sol tarafından gelen tüm uyarıları reddetmeye başlarız. Bu reddetme kimi zaman vücudumuzun o bölümü reddetmemize kadar gider. Birçok vakada hastalar sol ayağını ya da sol kolunun vücudunun bir parçası olarak kabul etmezler. Bu nedenle uzuvlarının kontrolünü yitirirler. İhmal sendromu hastalarının birçoğu tabaklarının sol tarafındaki yemekleri yemeyi reddederken bir kısmı da yüzünün sadece tek tarafına makyaj yapar ya da traş eder.

İhmal sendromu insanın hafızasını de etkiler. Hastaların kazadan önce gördükleri cisimleri tarif ederken sadece bir yarısını tarif ediyorlar. Diğer yarısı ihmal ediyorlar.

Hastaların büyük bir kısmı hatıralarının, rüyalarının hatta halüsinasyonlarının sol tarafını yok sayıyor tek taraflı kabul ediyor. Bir kısım vakalarda ise hastalar uzuvlarını ihmal etmeye başlıyorlar. Kaydedilen bir vakada hasta uyandığında kendi sol ayağını bir kadavranın ayağı olarak zannettiği için korkuyla yataktan atmaya çalışıyor. Diğer vakalarda da hastaların “Bu el kime ait bilemiyorum, ama yüzüğümü parmağından çıkarması lazım “ yada “Bu sahte bir kol benim vücuduma birisi takmış, kızımı gerçek kolumu bulması için gönderdim” dedikleri gözlemlenmiş.

İhmal sendromu hastalarının bir kısmı odanın sol yarısını ihmal ederken bir kısmı da odanın tamamını fark ederken sadece içindeki cisimlerin sol yanlarını ihmal etmekte. Bu nedenle sendromun tedavisinde hastanın sol tarafını fark etmesi sağlanmaya çalışılıyor. Sol tarafından top göndererek yada sol tarafının da katıldığı oyunlar oynatarak rehabilite edilmeye çalışılıyor.

Beynimizdeki küçük bir hasar hayatımızın yarısını elimizden almaya yetiyor. Bir trafik kazası yada bir damar tıkanıklılığı bir anda bizleri resmini yarısın gören, vücudunun yarısını kabul yazıların yarısını okuyabilen bir hale getiriyor, aslında harika olan beynimizin trilyonlarca uyarı doğru okuyup doğru anlayıp doğru yorumlayabilmesi değil mi?

11 Ocak 2011 Salı

SES KÖRLÜĞÜ


Görmezden gelinen mucize: herkesin ses tonunu ayrıt edebilmek.

Bir gün sizde herkesin ses tonunu aynı şekilde duyamayabilirsiniz!

Körlük denince hep gözle hep akla göz gelir. Bu kelimenin yüzeysel ilk anlamı. Daha derinde ise körlük çok daha yaygındır. İnsanların çoğu bir şeylerin körüdür. Bir çoğumuz neyin körü olduğumuzu bile bilmeyiz. Tıpkı Virginia eyaletinin kuzeyinde yaşayan Steve Royster gibi. 27 yaşında kadar farkında olmadığı bir şeyin farkına ancak o yaşında bir ofiste çalışmaya başlayınca varıyor.

Royster ofiste telefonlara bakmaya başladığında seslerin kime ait olduğunu ayırt edemediği halde herkesin bunu yapabildiğini fark ediyor. ‘’Herkes telefonda benim kim olduğumu anlıyor ama benim kiminle konuştuğum hakkında zerre fikrim yok’’ diyor. Ve o yaşına kadar ailesinin arkadaşlarının telefonda duydukları sesin sahibini tanıyabilmek gibi mucizevi bir yeteneğe sahip olduklarını düşünüyor.

Steve Royster, tıp dilinde ‘’phonagnosia’’ denen hastalığı tyaşıyor. Yani ‘’ses körlüğü’’. Yani, sesleri duyarak sesin sahibini ayırt edemiyor. Bu kişi isterse annesi olsun. Tabii ki en büyük problemi de telefonda yaşıyor. Fonagnosik olan hasta, telefonda dinlediği sesin kadın mı erkek mi, yaşlı mı genç mi, mutlu mu sinirli mi olduğunu anlayabiliyor. Ama konuştuğunun kim olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yok.

‘’Her ses bana aynı geliyor değil. Farklılıkları var. Ama sadece kime ait oduğunu anlamam mümkün değil’’ diye anlatıyor Rosyter. NPR’a konuşan phonagnosia uzmanı Diana Sidtis, beynin, sesten cinsiyeti, yaşı ya da duygusal tonu ayırt eden bölümüyle, sesten kişisel illiyet kuran bölümünün farklı olduğunu hatırlatıyor. Yani bu bölümlerden biri arıza yaptığında diğeri çalışmaya devam ediyor. 

Rosyters, 27 yaşına kadar hasta olduğunun bile farkında değilmiş. Artık hastalığını bilen Royster, telefon geldiğinde ilk olarak arayanın kim olduğunu söylemesi için ısrar ediyor. Tabii ki bir de imdadına yetişen teknoloji var. Telefon ekranlarında kimin aradığını gösteren ‘’caller ID’’ özelliği.

Herkesin ses tonunu aynı şekilde duymak bile insanın hayatını büyük ölçüde olumsuz etkiliyor. 

Tabi bu noktada birde şunu düşünmek gerekiyor. Royster'ın hasta olduğunu öğrenmeden önceki kanaatini hatırlayalım.Arkadaşlarının ve ailesinin sesleri ayırt edebilmesine mucizevi bir yetenek olarak bakıyordu. 

Biz Royster'a nasıl bakıyoruz ses körü hastası.

Peki gerçekte mucizevi olan ne? Ses körlüğü hastalığı mı? Yoksa bizim üzerinde hiç düşünmeden ve şükretmeden yapabildiğimiz sesleri ayırt edebilmek mi?

3 Ocak 2011 Pazartesi

KELİME KÖRLÜĞÜ


Kanadalı romancı Howard Engel, 31 Temmuz 2001 sabahı uyandı, kahvaltısını yaptı ve adeti olduğu üzere kapısına çıkarak abone olduğu gazeteyi kapı önünden aldı. Hatıralarında, ‘’Diğer sabahlardan farklı bir sabah olabileceğinin farkında değildim’’ diye anlatıyor.


Ancak, oldukça farklı bir sabahtı. Abonesi olduğu ‘’Toronto Globe and Mail’’ gazetesinin birinci sayfasında baktığında, o güne kadar görmediği bir gazete ile karşılaştı. ‘’Kiril, Arap ya da Kore gibi bir alfabe ile yazılmış gibiydi gazete.‘’

Yakınlarının kendisine yaptığı bir şaka ile karşı karşıya olduğunu düşündü ve hemen gazetenin ikinci sayfasını açtı. Ama o sayfalar da okuyamadığı bir alfabeyle yazılmıştı. 

Ne olduğunu anlamak için kütüphanesine gitti ve raftan İngilizce olduğuna emin olduğu bir kitap aldı. Ancak bu kitap da tuhaf bir alfabeyle yazılmış bir kitaba dönüşmüştü. Hiçbir şey anlaşılmıyordu. Bütün kütüphanesi bir anlamsızlık yığınına dönüşmüştü.

O anda sorunun kitaplarda ya da gazetede olmadığını anladı. Howard Engel, beyin felci geçiriyordu. Beynin, görme korteksinin okurken kullanılan bölümünde hasar oluşmuştu. Fransız nörolog Stanislas Dehaene’nin ‘’kelime körlüğü’’ dediği rahatsızlığı yaşıyordu.

Uluslararası tıp literatürü ‘’alexia’’ diyor. Biz Türkçede ‘’aleksi’’ diyoruz bu oldukça nadir görülen rahatsızlığa. Hasta hem okuyamıyor hem de yazamıyorsa ‘’agrafili aleksi’’, sadece okuyamıyorsa ama yazabiliyorsa ‘’agrafisiz aleksi’’ deniyor.

Gözleri sapa sağlamdı Engel’in. Herşeyi aynı şekilde görüyordu. En ufak değişiklik yoktu. 

Sayfalardaki karakterleri şekilleri de görüyordu. Ama gördüklerine bir anlam veremiyordu.

Hayatını yazdığı polisiye romanlarıyla kazandığı için bu hastalık onun için çok ekstra bir felaketti. ‘’Yazar olarak buraya kadarmış diye düşündüm’’ diyor.


Engel’in sıradışı rahatsızlığını önceki sayısında, New Yorker dergisinde ‘’A Man of Letters’’ başlığında etkileyici ve uzun bir makaleyle paylaşan ünlü nörolog Oliver Sacks, yurttaşı Howard Engel’ın oldukça tuhaf sağlık şikayetinden, 2002 Ocak ayında kendisine yazdığı mektupla haberdar olduğunu anlatıyor.


Hastalığının ilk şokuyla yazı hayatının bittiğini düşünürek üzülen Engel, çok geçmeden birşeyi farketti. Yazabiliyordu. 31 Temmuz günü gittiği hastanede, hemşire ona kimlik bilgilerini doldurması için bir form verdi. 


Howard Engel o an, sadece okuyamadığını değil, kendi yazdığını da okuyamadığını farketti. Yazabiliyordu ama okuyamıyordu.


Sonraki rehabilitasyon döneminde garip alfabe olarak okuduğu metindeki şekilleri parmağıyla takip ettiğinde, hangi kelime olduğunu hatırlayabiliyordu. Buna ‘’motor hafıza’’ diyor Doktor Sacks. Örneğin, 20 defa üst üste ‘kedi’ yazdıktan sonra parmağınızla boşlukta aynı hareketi yazdığınızda beyniniz hemen kediyi algılıyor.


Parmağınızın bu hareketi beyninizde ‘kedi’ fikrini uyandırıyor.


Bu bize algılarkan değişmez kurallara bağlı olmadığımızın net örneği. Eğer herkes doğduğu andan itibaren Engel gibi görseydi bizleri için gerçeklik o olacaktı.